BİR
ÇINAR DAHA DEVRİLDİ
Türkiye’nin en verimli edebiyatçılarından şair, öykü, roman
ve oyun yazarı Necati Cumalı, 10 Ocak 2001 sabahı İstanbul’da vefat
etti. Yakalandığı karaciğer kanseri hastalığı sonucu 80 yaşında
ölen Cumalı,Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Kendi
Gibi Şiirler
Şair, öykü, roman ve oyun yazarlığı dallarında eserler veren
Necati Cumalı, Kültür Bakanlığı Tiyatro, Türk Dil Kurumu ve
Yeditepe Şiir, Orhan Kemal ve Yunus Nadi Roman, Sait Faik Hikaye,
Ömer Asım Aksoy ve Tiyatro Yazarları Derneği ödüllerine layık
görülmüştü.
Necati Cumalı, 1921 yılında Yunanistan’ın Florina kentinde dünyaya
geldi. Ortaöğrenimini İzmir Atatürk Lisesi, yükseköğrenimini
de 1941 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’nde tamamlayan Cumalı,
1945-48 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı Güzel
Sanatlar Genel Müdürlüğü’nde çalıştı. İzmir ve Urla’da
1950-57 yılları arasında avukatlık yapan Cumalı, ardından 2 yıl
Türkiye’nin Paris Basın Ataşeliği’nde memurluk, daha sonra
da İstanbul Radyosu’nda redaktörlük görevlerinde bulundu.
1965’ten sonra yalnızca yazarlığı uğraş edinen Cumalı’nın
ilk şiiri 1939’da yayınlandı. “Garip Akımı” ve 1940 kuşağının
öbür şairlerinden kendisini ayıran yalın, aydınlık anlatımlı
ve lirik şiirler yazan Cumalı, sevgi, sevinç, özlem gibi bireyin
güncel kaygılarıyla birlikte çağın toplumsal sorunlarını da
ele aldı.
Sinema ve
Tiyatroyu da Besledi
Öykü,
roman ve tiyatro türlerine 1955’den itibaren yönelen Cumalı, şiirsel
dili ve ayrıntıları ustaca kullanmasıyla okuyuculara kendini
benimsetti.
Cumalı, roman ve öykülerinde, özellikle Ege yöresindeki kasaba
ve kırsal kesim insanlarının sorunlarını işledi. “Tütün
Zamanı (Zeliş)” (1959), “Yağmurlar ve Topraklar” (1973),
“Acı Tütün” (1974, 1991) adlı eserleri bu türün örnekleri
arasında yer aldı.
Necati Cumalı, “Ay Büyürken Uyuyamam” (1969,1986) adı altında
topladığı öykülerinde ise Anadolu insanının cinsellik
tablosunu çizdi. Cumalı’nın bazı eserleri sinemaya da uyarlandı.
“Boş Beşik”, “Nalınlar”, “Susuz Yaz”, “Mine” ve
“Derya Gülü”, Cumalı’nın en sevilen oyunlarından birkaçı.
Ödüllerle
Dolu Bir Yaşam
“Yağmurlu Deniz”
adlı kitabıyla 1969 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü’nü, bütün
şiirlerinin 1. cildi olan “Tufandan Önce” ile 1984 Yeditepe Şiir
Armağanı’nı, “Değişik Gözle” ile 1957 ve “Makedonya
1900” ile 1977 Sait Faik Hikaye Armağanı’nı, “Dün
Neredeydiniz” adlı oyunuyla 1981 Kültür Bakanlığı Tiyatro Ödülü’nü
kazanan Cumalı, 1995’te Orhan Kemal ve Yunus Nadi Roman Ödülleri
ile Dil Derneği’nin düzenlediği Ömer Asım Aksoy Ödülü’nün
ilkini “Viran Dağlar” adlı romanıyla almıştı. Necati Cumalı’ya
geçen yıl, Tiyatro Yazarları Derneği tarafından Türk
tiyatrosuna katkılarından dolayı “Onur Ödülü” verilmişti.
Sennur Sezer
Necati Cumalı adı, benim için ölümle birleşmesi zor bir ad.
Bir buğday başağı gördüğümde aklıma onun dizesi düşecek:
“Buğdaydan öğrendim şiiri”. Karabataklara gözüm iliştiğinde,
aç karabataklarla yalnız delikanlının eşleştirildiği şiiri
anımsayacağım. Ve yürüyüşlerde, mitinglerde “Kısmeti
Kapalı Gençlik” şiirinin son dizesi yükselecek dudaklarıma:
“Alanlara sığmıyoruz şimdi.”
Ege’nin toprak, tütün, sulama sorunları gündeme geldiğinde,
Tütün Zamanı’nı, Susuz Yaz’ı bir daha okumayı isteyeceğim.
Onun genç bir avukat olarak yakından tanıdığı kırsal kesim
sorunları, toprak emekçileri onun bu konuları edebiyata taşımasının
bir nedeni. Bu tanışma onun şiirini değiştirdiği gibi,
edebiyatın öteki dallarıyla da ilgilenmesine yol açtı belki.
Necati Cumalı, şiir yanında roman, öykü, tiyatro dallarında
da eser verdi. Bu kadar değişik dallara yayılmasını eleştirenleri,
söyleyeceklerinin tek bir türe sığmadığını söyleyerek yanıtlardı.
Güncel konularda denemeler de yazdı, süreli yayınlarda. Çeviriler
de yaptı. Ama her yazdığında insandan, emekten yana oldu.
İnsanoğlu sevdiği, tanıdığı kişilerin ölümlülüğünü
kabullenemiyor galiba. Ben Cumalı’nın hep haşarı, çocuksu gülüşünü
anımsıyorum. Çocuksu dürüstlüğünü, haksızlığına inandığı
olaylar karşısında hırçınlığını. Galiba hep öyle yaşadı.
1965 yılından beri yalnızca yazarlığıyla geçiniyordu. Son yıllarda,
kitaplarını yayınlamış ünlü yayınevlerini dava etmiş,
yazar çevresinde bu tutumu doğru fakat tehlikeli bulunmuştu.
Çünkü, yayınevini dava etmeyi göze alan bir yazarı kim yayınlar.
Sonunda açtığı davaları kazanmış ama yayınevsiz de kalmıştı.
Üstelik yayıncılardan yakınanlar bile onun gibi davranmayı göze
almamışlardı. (Şimdi bütün kitapları Cumhuriyet Yayınları
arasında basılıyor sanıyorum.)
Necati Cumalı’nın hayattan, çağdan beslenen şiirlerinin, öykülerinin,
romanlarının, oyunlarının önemi yalnızca emekçiler içindir.
Akıcı, yalın anlatımını tanımak istiyorsanız Emek Öyküleri’ndeki
öyküyü okumanız yeter. *
EVRENSEL/10 Ocak 2001
Hikmet
ÇETİNKAYA
İki
yıl önce bir mayıs akşamında Ankara'da Mülkiyeliler Birliği'nin bahçesindeydik...
Tam
karşımda oturuyordu Necati Cumalı ...
Gözlerinde
acıya çalan bir gülümseme vardı...
Dün
sabah gazeteye geldiğimde, Handan Şenköken haberi verdi:
''Necati
Cumalı'yı kaybettik...''
İçimden
bir şeyler koptu...
Sessiz
bir çığlık yükseldi yüreğimden...
Bir
fotoğraf düştü önüme; bir bakış yaşamın içinde büyüdü, yüceldi!..
Belki
de damarlardan boşalan kan gibi ılık ve uğultulu son lodoslar esmeye
başladı...
Sanki
koyu karanlık gecede tek başınaydım. Umutsuzluğun o dayanılmaz yalnızlığında
Urla İskelesi 'nde dolaşıyordum...
Susuz
Yaz 'dan Acı Tütün 'e, Yağmurlarla Topraklar 'dan Aşk da Gezer 'e
uzanan yolculukta Necati Cumalı'ya sordum:
''Nasılsın
iyi misin, İzmir'in imbatını özledin mi?''
Gözlerinden
bir yağmur bulutu geçti...
Dedi
ki:
''İmbatla
gelen
Yüzünü
görmesem
Sesini
duymasam
Ya
ölürsem''
Havada
sanki kokulu bir imbat vardı ve çocukları savrulan çiçeklere döndürmüştü...
Necati
Cumalı, Urla İskelesi'nden dolmuşa binmiş, Konak'a gelmişti...
Arap
Fırını'na uğradı, bol susamlı simit aldı, Kordon'a çıktı...
Pasaport
İskelesi'ne Karşıyaka vapuru yanaşıyordu...
Çayını
yudumlarken mırıldanmaya başladı:
''Yalnızlık
öldürdü beni
Işığını
gözlerimin önce
Yüreğimin
sevincini
Yalnızlık
aşkımı hevesimi
Gücümü
kuvvetimi
Göz göze geldiğim
Bütün
karanlık pencerelerde
Yalnızlığın
gözleri
Sokağa
çıkan
Eve
dönen
Yıllardır
yalnızlıktı benimle
Her kış gecesi saat yedide
Yalnızlıktı
esen
Konak
önünde
Yalnızlıktı
oturmuş meyhanede
Bekleyen
beni''
***
Balıkçı
tekneleri iskelenin adaya bakan yönüne mi çekilmişti?
Bu
soruya ''hayır'' yanıtını vermişti Necati Cumalı. Bir haziran akşamı
Urla 'da rakı sofrasındaydık. Gözleri İyonya 'nın lacivert sularındaydı...
Yaşam,
kendi çizgisinde bir kör uçuşu değildi...
Gece
yalnızlığa vururdu, ay da hüzne!..
Yıllar
önceyi anımsarken o eski albümden çıkardığım resimlere baktım,
sonra Doğan Hızlan 'ın Necati Cumalı'ya ilişkin konuşmasını
dinledim NTV'de...
En
güzel Doğan Hızlan anlatmıştı, Necati ağabeyin edebiyatçı kişiliğini...
Boğazımda
bir şeyler düğümleniyordu...
Bir
ayrılık zamanıydı...
Ayrılık
zamanları adı ölüm de olsa, terk ediliş de olsa insanı hüzünlendirir...
Onat
Kutlar 'ı da bugün anıyoruz mezarı başında...
Ne
demişti şair:
''Ayrılık
sabahı ne kadar beyaz
Ölümün
hüzünlü arkadaşı kar
Bana
ütülü bir çarşaf hazırlar
Bir
karanfil tam yüreğimin üstünde''
Bugün
Onat gibi seslenmek istiyorum:
''...Diyor
ki içimdeki ses: Beni yüreğinin üstüne bir mühür gibi koy. Çünkü
ölümden daha güçlü bir sevgiye ihtiyacım var. Geçmişin sevgi ağaçlarından,
sönen yıldızın ışığından, köşeyi dönerek kaybolan gençlikten
kurtulmaya ihtiyacım var...''
Urla
'nın taş evlerinin önünden geçiyorum, Alsancak 'ta salep içiyor, akşam
Tilkilik 'te Ali 'nin meyhanesine uğruyorum...
Gözlerimi
yumuyorum bir kış sabahında...
Neden
kayıtsız kalıyor sevdalar mevsimlerin izdüşümünde?
Gözlerimi
açtığımda Necati Cumalı'nın Zeliş 'i, Koca Bilal 'i, Hüseyin Kiraz
'ı, Çuval Ali 'si, Emekli Kamil Efendi 'si beliriyor bir Urla sabahında...
***
Biliyorum
seni anlatmak çok zor Necati ağabey!..
Sen
kış güneşini, paydos vakti severdin. Sen tren istasyonlarında sevda düşleri
kurardın...
Derdin
ki:
''Kışın
bütün ağaçlar senindi
Bütün
çocuklar seni beklerdi pencerede
Şimdi
başka kuşlar da geldi
Sense
unutuldun serçe
Fakat
ben hâlâ seni seviyorum.''
Güle
güle Necati Cumalı ...
Bu
kez ay büyürken uyuyacaksın!..
*CUMHURİYET/10 Ocak 2001
|