Bugün;

 

www.egitimcilersitesi.8k.com


..::SİVİL TOPLUM BİLİNCİ ve EĞİTİM*::..

 

 

Altan Nazım ÖZCAN - Felsefe Eğitmeni/İZMİR

Sivil kavramı “yurttaş” ya da vatandaş kavramıyla ilintisinde türetilmiş bir sözcüktür. Vatandaş, hak ve özgürlükleriyle var olduğuna göre, bu hak ve özgürlükleri veren ve güvencesini sağlayan da devlet olduğuna göre (yaşama ve ölme hakkı hariç)  sivil toplum ve devlet bağlamında bir başlık açabiliriz.

DEVLET VE SİVİL TOPLUM (ÖZGÜR-BİLİNÇLİ YURTTAŞLAR TOPLULUĞU)

Öncelikle belirtmek gerekir ki, yeryüzünde nerede bir devlet varsa orada devletle yurttaşlar  hem hak ve özgürlükler hem de görevlerin ADALETLİ biçimde dağıtılması açısından  zaman zaman karşı karşıya gelmekte, itişip kakışmakta “devlet baba” ya da “devlet ana” olarak da niteleyebileceğimiz DEVLET çoğu kez ceberut (zorlayıcı-ödünsüz) yüzünü göstererek bu sürtüşmeden galip çıkmaktadır. Bu doğaldır çünkü, o coğrafi sınırlar içinde en büyük ERK(siyasi güç)tir devlet. Peki haksızlığı yapan devletse(ki çokluk böyledir) ve bundan tek bir yurttaş değil de yurttaşlar topluluğu etkileniyorsa bu durumda ne olacak? Elbette yurttaşlarında biraraya gelip, dayanışma içine girip, en güçlüye karşı güçlerini birleştirip, tepkilerini ortaya koymaları gerekiyor. Ki, bu ancak Demokratik ortamlarda yani karşılıklı hoşgörünün, anlayışın, uzlaşının ve her şeye rağmen çözümün üretilebildiği zeminlerde mümkündür. Keza, devletle yurttaşlar arasındaki bu tepkisel döngü, yani DEVİNİM, o ülkedeki düzenin de dinamizmini sağlar. Bu açıdan yurttaşların zaman zaman dile getirdikleri tepkilerinin, sürekli olması, devletin geleceği ve devamlılığı açısından OLUMSUZ değil tam tersine olumlu bir tutumdur ve adeta katalizör görevi görmektedir. Bu son cümlenin altını çizmek istiyorum. Çünkü, genellikle yurttaşlar devlete karşı ne zaman sesini yükseltse, tepkileri düzen bozucu olarak algılanmakta, amaçlarının da devleti parçalamak bölmek yıkmak v.s biçiminde olduğundan söz edilmektedir. Oysa her türden dışavurum yani tepkisellik insanın insan olmasından kaynaklanan bir özelliğidir ve devlet bunun önünü kesmek yerine tam tersine teşvik etmeli, önünü açacak düzenlemeler yapmalıdır.

Elbette Demokratik yönetimlerden ya da demokrasiden söz ediyorum. O halde şu saptamayı yapmak gerek: Sivil toplum demokrasilerin hem ürünü hem de koruyucusudur.

YURTTAŞ NEDEN TEPKİ GÖSTERİR, NE İSTİYOR?

Adres olarak yeniden insan doğasına dikkat çekmek istiyorum. Yani belli bir ülkede yaşayan yurttaşların seslerini yükseltmesi o ülkede düzenin iyi işlemediği anlamına gelmeyebilir. Çünkü demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla işlediği ülkelerde de, insanların onca mutluluğuna rağmen tepkiler birleşip sokağa taşmaktadır. O halde yurttaşlar ne istiyor. Hemen belirtelim ki, özgür doğan ve özgür yaşama tutkusuyla yoğrulan insan, daima ve ısrarla devletin kendisine sunduğu “HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN SINIRINI GENİŞLETMEK İSTER, BUNU TALEP EDER”.

EŞİTLİK İLKESİNİ ADALET TERAZİSİNİN KEFESİNDE YURTTAŞLARINA SUNAN BİR DEVLETİN VATANDAŞLARININ HAK VE ÖZGÜRLÜK SINIRLARINI GİDEREK GENİŞLETMESİYLE OLUŞAN BİR TOPLUMU DÜŞÜNSENİZE..... Evet ÜTOPYA dan söz ediyorum. (Bu olması gereken)

O halde Sivil Toplumu şöylece tanımlamak olanaklı sanırım: İnsanca yaşama duyarlığı adına;  daha çok hak ve özgürlük talebiyle biraraya gelerek dayanışma içine giren bilinçli yurttaşlar topluluğu. Burada “bilinç” kavramına vurgu yapmak isterim. Zira belli bir ülkede, özgürlük tutkusu gelişmiş ve hak bilincine sahip yurttaşlar kendilerini “tepki ve talep”e sorumlu hissederler. Yani belli bir konuda, yurttaşların bütününün değil bir bölümünün tepkisini beklemek sivil toplum tanımına daha uyan bir beklenti olur.O yüzden “halkım hadi!.....”dediğinizde arada bir arkanıza dönüp bakmak durumunda kalırsınız.  Hak ve özgürlük taleplerini demokratik talepler olarak koyarsak;  bu bilinci taşıyan yurttaşlara da “DEMOKRATİK İNSAN” yaftasını uygun görmeliyiz.

Peki demokratik insanı nasıl ortaya çıkartacağız. İşte tam da bu anda EĞİTİM kavramı işin içine giriyor. Önce  temel bir insan hakkı olarak eğitim hakkının insan hakları belgelerinde ne ifade ettiğine kısaca değinelim.

EĞİTİM HAKKI VE KÜLTÜR İLİŞKİSİ

Temel bir insan hakkı olarak eğitim hakkı çok zaman kültürel haklar bağlamında da değerlendirilebilir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin eğitimle ilgili 26. maddesinde sadece şu cümlenin altını çizmek istiyorum. “Eğitim, insan kişiliğini tam geliştirmeye ve insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Bu yolla eğitim, tüm uluslar, ırklar ve dinsel gruplar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu özendirmeli, barışın korunması doğrultusundaki etkinlikleri daha da geliştirmelidir”.

Eğitimin aynı zamanda kültürel bir hak olarak anıldığını belirtmiştim. Gerçekten, insan, kişiliğini temel metinde de vurgulandığı gibi nasıl geliştirecek? Zira, insan kültürün hem nedeni hem de sonucudur. Bu karşılıklı etkileşim süreci dinamiktir. Bu bağlamda insanın tüm ürettikleri ve yarattıkları kültür kavramı içinde düşünülür. Bunların  birer etkinlik olarak ortaya çıkması doğrudan eğitimle ilgilidir. Eğitim insanları kültürün amaçları doğrultusunda değiştirmeye çalışır. Her kültür oluşumunda ve kültürlenme sürecinde eğitim temel etkinlik olarak ortaya çıkar. Kültürlerin aşılanması, yaratılması ve kuşaktan kuşağa aktarılması gibi temel işlevleri eğitim yerine getirir. Bu nedenle Eğitim haklarının olmadığı veya sınırlandığı toplumlarda bireyin özgür gelişimini ve yaratıcı bilinç ve ürünlerini ortaya koyması beklenemez.

Böyle bir sınırlama elbette bireyin “düşünce ve yaratımını özgürce ortaya koyma” yani DÜŞÜNCE HAKKI’nı kullanabilme ve bunu “ifade yoluyla aktarabilme” olanağından da mahrum olması sonucunu doğurur ki, bu yollu kasıt ve yaklaşımlar SUSKUN KALAN VE TEPKİ GÖSTERMEYEN bireyler yetiştirme hedefinden başka bir amaca hizmet etmez.

Kaldı ki, insan varlığının  diğer canlılardan yegane farkı olan “düşünce üretimi” onun en önemli meziyetidir ve serbestçe açıklanması için zemin hazırlamak DEVLETİN en asli görevidir. Denilebilir ki “DÜŞÜNME HAKKI VE DÜŞÜNDÜĞÜNÜ AÇIKLAMA ÖZGÜRLÜĞÜ BÜTÜN HAKLARIN ANASIDIR”.

Ünla yazar James Joy bir yapıtında “Düşünce, düşünceyi düşünebilmektir” der. Gerçekten , önümüze çıkan ağaçlara çarpmamak için düşünmekten tutun, ağaç kavramını ya da özgürlük, insan hakları v.s kavramlarını oluşturmaya kadar sınırsız bir süreci tanımlar bu söz. Birey düşündüğünde, düşündüğünü ifade ettiğinde ve hayata geçirdiğinde ve bilmediklerini öğrendiğinde  mutlu olmaktadır çünkü. Kişinin mutlu olması, çevreyle uyum sağlamasına, doğayla ve diğer kişilerle ilişkilerine bağlıdır.

İlişkilerdeki uyum ise kişinin, sağlıklı biçimde:

  1. Çevre konusunda bilgi ve düşünceler elde etmesine,

  2. Bu bilgi ve düşünce birikimini değerlendirerek, yorumlaması ve böylece ürettiği düşünceleri diğer kişilere açıklamasına,

  3. Bu açıklamalara uygun biçimde çevreyi, doğayı ve diğer diğer bireyleri etkileyerek, değiştirme olanağı elde etmesine bağlıdır.

O halde çokluk, yurttaşına ceberut yüzünü gösteren DEVLET “gereken” biçimde şefkatli yüzünü ortaya çıkarmalı ve yurttaşlarına bu hakkı vermekle kalmamalı, onun kullanım koşullarını bireylerine teslim ederek kendi bekaası için doğru olanı yapmalıdır.

Peki bireyin özgür gelişimi, üretimi ve üretimini ortaya koyma becerisini ortaya çıkaracak öncelikli mekanizma ne? Elbette ki bu mekanizmanın bir boyutunda EĞİTİM yer alırken diğer ucunda da KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI bulunuyor. Eğitime girmeden önce, kitle iletişim araçlarının “demokratik yurttaş” bilinci üzerinde giderek olumsuz hale gelen etkilerine bir parantez açmak gerekiyor.

KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI VE KÜLTÜR EROZYONU

Artık MEDYA diye sunulan yazılı ve görsel iletişim araçlarının, kamusal bir hizmet aracı olarak; düşünceyi açıklama ve bilme hakkının kullanılması yolunda temel bir işlevinin olduğunu hepimiz biliyoruz. Ancak, genelde dünyada özelde de ülkemizde, sivil toplumun hak ve taleplerine kulak verip aracılık etmek bir yana, onu tekel-sermaye ilişkisi bağlamında yönlendiren, yer yer onu tahrik eden fütursuzca bir rolü üstlenmiş götürmekte olduğunu da yine hepimiz biliyoruz. Bu doğrultuda Tv, gazete ve dergilerde, bireyin özgür gelişimini hedefleyen, onun sesi olan, temel insan haklarının savunuculuğunu esas alan yayınlar yerine “halkımız öyle istiyor!....” aldatmacısına yani RATİNG kaygılarına teslim olup, şiddetin, pornografinin, köşe dönücülüğün ve her türden popülizmin körüklenmesi, öncelikle demokratik bilinç arifesindeki çocuk ve gençlerin, yanı sıra büyüklerin TEPKİ EROZYONUna uğratıldıklarının somut göstergesi değil midir?

Öyle bir kuşatmadır ki bu, çocuk ve gençlerin sessiz izleyiciliğine, eğitimin ve eğitimcilerin cılız çığlıkları karışmakta, meydan yine onlara kalmaktadır.

Daha geçenlerde, bırakınız daha çok hak ve özgürlük talebini, reel yoksullaşmaya TEPKİ gösteren bir esnafın yazar kasayla sembolize ettiği demokratik başkaldırısını, gazete ve tv'lerde işgal ettikleri köşelerinde “huzur bozucu” davranış olarak niteleyip ahkam kesen medya yöneticilerinin neye hizmet ettiklerini de sormak gerekiyor.

Bireyin bu kuşatılmışlığı karşısında, esasen “kumanda elinizde beğenmediğinizi zaplayınız” demek gibi bir sivil inisiyatife davet çağrısının da doğru bir yaklaşım olmadığını düşünüyorum. Asıl mesele DEVLETİ asli görevine davet edip, eğitim hakkının daha insanca düzenlenip organize edilmesi için harekete geçmesini beklemektir. Yani eğitim felsefesinin ve eğitim organizasyonunun yeniden ele alınması zamanı gelmiş ve geçmektedir. RTÜK YA DA kütük gibi Devlet adına ahlak bekçiliğine soyunan denetim mekanizmaları yerine, daha okul çağlarında bireyin özdenetimini kazanıp harekete geçirecek eğitim anlayışını eğitim kurumlarına yerleştirecek düzenlemelerin yapılması gerektiği kanısındayım.

SİVİL YURTTAŞ HEDEFİ VE OKULLAR

Yukarıda saptanan “gerekenler” bağlamında okullardaki eğitim ve öğretim müfredatının yeniden düzenlemesi, “demokratik insan” tipinin dolayısıyla sivil inisiyatife sahip bireyler yetiştirmenin olmazsa olmaz koşuludur. Bunun yolunun ise sağlam bir İNSAN HAKLARI EĞİTİMİNDEN geçtiği kanısındayım. Bu doğrultudaki eğitim süreci ise daha okul öncesi ve ilköğretim çağında gereklilik kazanmaktadır. Bu dönemde amaç, çocuklara hoşgörülü olmayı, “oyun oynamayı” kendisinin dışındaki taleplere de saygılı olmayı, kendi tasarılarını ve amaçlarını topluluk karşısında sınırlamayı öğretmek olmalıdır. Bir başka deyişle KENDİNİ MERKEZE KOYAN bir anlayışın öğretilmesi temel hedef olmalıdır.

Zira, çağdaş toplumlarda, kişiler arası ilişkiler açısından varılmak istenen nokta, insan hakları bilincinin şu amaçlar doğrultusunda verilmesidir.

  1. Kendine karşı saygılı olmak; bir insan olarak, her şeyden önce kendi gereksinmelerinin farkında olmak ve bunları karşılamaya çalışmak.

  2. Başkalarına saygılı olmak; başkalarının gereksinmelerine saygılı olmak ve onların buna ulaşma çabasında elden gelen kolaylığı sağlamak.

  3. Saygı duyulan “başkaları”nın kapsamını tüm insanlığı içine alacak kadar genişletmek ve başkalarının hak ve özgürlüğünü elden geldiği kadar korumak ve savunmak.

Böyle bir yaklaşım insancıl eğitim özüne dönüktür. İnsancıl anlayışla yönetilen okullarda; düşünen, sorgulayan, irdeleyen ve senteze giden beyinler yetiştirme hedefi müfredatın altyapısını oluşturur. Bu yaklaşımda örenciler pasif değil aktif öğrenmeye, bağımlılıktan çok bağımsızlığa, gelenekçilikten çok yaratıcılığa, yarışmadan çok işbirliğine teşvik edilirler. Bu tip okullarda takririn yerini tartışma ve yaşayarak öğrenme almıştır. Sınıftaki öğretimin yanında, öğrencilerin kendilerini ve başkalarını tanımalarına, daha geniş bir insan gurubu ile özdeşim kurmalarına yardımcı olmak üzere, ders dışı etkinliklere ve bireysel ya da grupsal psikolojik danışma hizmetlerine önemli ölçüde yer verilir. Bu sayede öğrencide, kendini ifade etme, dinleme, karşıt görüş geliştirme, tartışma, uzlaşı ve hoşgörü gibi kavramlar istendik hale dönüşür.

Böyle bir eğitimde en önemli hedefin öğretmen olduğu açıktır Öğrencileri için etkileyici bir model olarak öğretmen, sadece alanında güçlü, bilgili değil, aynı zamanda geniş görüşlü, kendine güvenen ve hoşgörülü, başkalarına sevgi ve saygı duyan kimse olmalıdır. Eğer öğretmen bilgisinden emin değilse, öğrencilerin sorularından ya da kendisininkinden farklı görüşlerinden rahatsız olacak, bu nedenle derslerde tartışmalara yer vermeyecektir. Böylece insan haklarına saygı, özellikle düşündüğünü söyleme özgürlüğü konusunda verdiği dersler etkili olmayacaktır. İnsancıl eğitim, insancıl ilkeleri benimsemiş, bunu davranışlarında yansıtan öğretmenlerle gerçekleştirilebilir. Öğretmenleri, insancıl tutumu benimsemiş kimseler olarak yetiştirebilmenin yolu ise öğretmen yetiştiren kurumlarda bu hedefin öncelikli kabul edilmesiyle olanaklıdır.

*Bu çalışma bu yıl (2001) İzmir'de düzenlenen Sivil Toplumlar Fuarı'nda yazar tarafından atelye çalışması olarak sunulmuştur.