Sivil
kavramı “yurttaş” ya da vatandaş kavramıyla
ilintisinde türetilmiş bir sözcüktür. Vatandaş,
hak ve özgürlükleriyle var olduğuna göre, bu
hak ve özgürlükleri veren ve güvencesini sağlayan
da devlet olduğuna göre (yaşama
ve ölme hakkı hariç)
sivil toplum ve devlet bağlamında bir başlık
açabiliriz.
DEVLET
VE SİVİL TOPLUM (ÖZGÜR-BİLİNÇLİ YURTTAŞLAR
TOPLULUĞU)
Öncelikle
belirtmek gerekir ki, yeryüzünde nerede bir
devlet varsa orada devletle yurttaşlar
hem hak ve özgürlükler hem de görevlerin
ADALETLİ biçimde dağıtılması açısından
zaman zaman karşı karşıya gelmekte, itişip
kakışmakta “devlet baba” ya da “devlet
ana” olarak da niteleyebileceğimiz DEVLET çoğu
kez ceberut (zorlayıcı-ödünsüz) yüzünü göstererek
bu sürtüşmeden galip çıkmaktadır. Bu doğaldır
çünkü, o coğrafi sınırlar içinde en büyük
ERK(siyasi güç)tir devlet. Peki haksızlığı
yapan devletse(ki çokluk böyledir) ve bundan tek
bir yurttaş değil de yurttaşlar topluluğu
etkileniyorsa bu durumda ne olacak? Elbette yurttaşlarında
biraraya gelip, dayanışma içine girip, en güçlüye
karşı güçlerini birleştirip, tepkilerini
ortaya koymaları gerekiyor. Ki, bu ancak
Demokratik ortamlarda yani karşılıklı hoşgörünün,
anlayışın, uzlaşının ve her şeye rağmen
çözümün üretilebildiği zeminlerde mümkündür.
Keza, devletle yurttaşlar arasındaki bu tepkisel
döngü, yani DEVİNİM, o ülkedeki düzenin de
dinamizmini sağlar. Bu açıdan yurttaşların
zaman zaman dile getirdikleri tepkilerinin, sürekli
olması, devletin geleceği ve devamlılığı açısından
OLUMSUZ değil tam tersine olumlu bir tutumdur ve
adeta katalizör görevi görmektedir. Bu son cümlenin
altını çizmek istiyorum. Çünkü, genellikle
yurttaşlar devlete karşı ne zaman sesini yükseltse,
tepkileri düzen bozucu olarak algılanmakta, amaçlarının
da devleti parçalamak bölmek yıkmak v.s biçiminde
olduğundan söz edilmektedir. Oysa her türden dışavurum
yani tepkisellik insanın insan olmasından
kaynaklanan bir özelliğidir ve devlet bunun önünü
kesmek yerine tam tersine teşvik etmeli, önünü
açacak düzenlemeler yapmalıdır.
Elbette
Demokratik yönetimlerden ya da demokrasiden söz
ediyorum. O halde şu saptamayı yapmak gerek:
Sivil toplum demokrasilerin hem ürünü hem de
koruyucusudur.
YURTTAŞ
NEDEN TEPKİ GÖSTERİR, NE İSTİYOR?
Adres
olarak yeniden insan doğasına dikkat çekmek
istiyorum. Yani belli bir ülkede yaşayan yurttaşların
seslerini yükseltmesi o ülkede düzenin iyi işlemediği
anlamına gelmeyebilir. Çünkü demokrasinin bütün
kurum ve kurallarıyla işlediği ülkelerde de,
insanların onca mutluluğuna rağmen tepkiler
birleşip sokağa taşmaktadır. O halde yurttaşlar
ne istiyor. Hemen belirtelim ki, özgür doğan ve
özgür yaşama tutkusuyla yoğrulan insan, daima
ve ısrarla devletin kendisine sunduğu “HAK VE
ÖZGÜRLÜKLERİN SINIRINI GENİŞLETMEK İSTER,
BUNU TALEP EDER”.
EŞİTLİK
İLKESİNİ ADALET TERAZİSİNİN KEFESİNDE
YURTTAŞLARINA SUNAN BİR DEVLETİN VATANDAŞLARININ
HAK VE ÖZGÜRLÜK SINIRLARINI GİDEREK GENİŞLETMESİYLE
OLUŞAN BİR TOPLUMU DÜŞÜNSENİZE..... Evet ÜTOPYA
dan söz ediyorum. (Bu olması gereken)
O
halde Sivil Toplumu şöylece tanımlamak olanaklı
sanırım: İnsanca yaşama duyarlığı adına;
daha çok hak ve özgürlük talebiyle
biraraya gelerek dayanışma içine giren bilinçli
yurttaşlar topluluğu. Burada “bilinç”
kavramına vurgu yapmak isterim. Zira belli bir ülkede,
özgürlük tutkusu gelişmiş ve hak bilincine
sahip yurttaşlar kendilerini “tepki ve
talep”e sorumlu hissederler. Yani belli bir
konuda, yurttaşların bütününün değil bir bölümünün
tepkisini beklemek sivil toplum tanımına daha
uyan bir beklenti olur.O yüzden “halkım
hadi!.....”dediğinizde arada bir arkanıza dönüp
bakmak durumunda kalırsınız.
Hak ve özgürlük taleplerini demokratik
talepler olarak koyarsak;
bu bilinci taşıyan yurttaşlara da
“DEMOKRATİK İNSAN” yaftasını uygun görmeliyiz.
Peki
demokratik insanı nasıl ortaya çıkartacağız.
İşte tam da bu anda EĞİTİM kavramı işin içine
giriyor. Önce
temel bir insan hakkı olarak eğitim hakkının
insan hakları belgelerinde ne ifade ettiğine kısaca
değinelim.
EĞİTİM
HAKKI VE KÜLTÜR İLİŞKİSİ
Temel
bir insan hakkı olarak eğitim hakkı çok zaman
kültürel haklar bağlamında da değerlendirilebilir.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin eğitimle
ilgili 26. maddesinde sadece şu cümlenin altını
çizmek istiyorum. “Eğitim, insan kişiliğini
tam geliştirmeye ve insan haklarına ve temel özgürlüklere
saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Bu
yolla eğitim, tüm uluslar, ırklar ve dinsel
gruplar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu
özendirmeli, barışın korunması doğrultusundaki
etkinlikleri daha da geliştirmelidir”.
Eğitimin
aynı zamanda kültürel bir hak olarak anıldığını
belirtmiştim. Gerçekten, insan, kişiliğini
temel metinde de vurgulandığı gibi nasıl geliştirecek?
Zira, insan kültürün hem nedeni hem de
sonucudur. Bu karşılıklı etkileşim süreci
dinamiktir. Bu bağlamda insanın tüm ürettikleri
ve yarattıkları kültür kavramı içinde düşünülür.
Bunların birer
etkinlik olarak ortaya çıkması doğrudan eğitimle
ilgilidir. Eğitim insanları kültürün amaçları
doğrultusunda değiştirmeye çalışır. Her kültür
oluşumunda ve kültürlenme sürecinde eğitim
temel etkinlik olarak ortaya çıkar. Kültürlerin
aşılanması, yaratılması ve kuşaktan kuşağa
aktarılması gibi temel işlevleri eğitim yerine
getirir. Bu nedenle Eğitim haklarının olmadığı
veya sınırlandığı toplumlarda bireyin özgür
gelişimini ve yaratıcı bilinç ve ürünlerini
ortaya koyması beklenemez.
Böyle
bir sınırlama elbette bireyin “düşünce ve
yaratımını özgürce ortaya koyma” yani DÜŞÜNCE
HAKKI’nı kullanabilme ve bunu “ifade yoluyla
aktarabilme” olanağından da mahrum olması
sonucunu doğurur ki, bu yollu kasıt ve yaklaşımlar
SUSKUN KALAN VE TEPKİ GÖSTERMEYEN bireyler yetiştirme
hedefinden başka bir amaca hizmet etmez.
Kaldı
ki, insan varlığının
diğer canlılardan yegane farkı olan “düşünce
üretimi” onun en önemli meziyetidir ve serbestçe
açıklanması için zemin hazırlamak DEVLETİN
en asli görevidir. Denilebilir ki “DÜŞÜNME
HAKKI VE DÜŞÜNDÜĞÜNÜ AÇIKLAMA ÖZGÜRLÜĞÜ
BÜTÜN HAKLARIN ANASIDIR”.
Ünla
yazar James Joy bir yapıtında “Düşünce, düşünceyi
düşünebilmektir” der. Gerçekten , önümüze
çıkan ağaçlara çarpmamak için düşünmekten
tutun, ağaç kavramını ya da özgürlük, insan
hakları v.s kavramlarını oluşturmaya kadar sınırsız
bir süreci tanımlar bu söz. Birey düşündüğünde,
düşündüğünü ifade ettiğinde ve hayata geçirdiğinde
ve bilmediklerini öğrendiğinde
mutlu olmaktadır çünkü. Kişinin mutlu
olması, çevreyle uyum sağlamasına, doğayla ve
diğer kişilerle ilişkilerine bağlıdır.
İlişkilerdeki
uyum ise kişinin, sağlıklı biçimde:
-
Çevre
konusunda bilgi ve düşünceler elde etmesine,
-
Bu
bilgi ve düşünce birikimini değerlendirerek,
yorumlaması ve böylece ürettiği düşünceleri
diğer kişilere açıklamasına,
-
Bu
açıklamalara uygun biçimde çevreyi, doğayı
ve diğer diğer bireyleri etkileyerek, değiştirme
olanağı elde etmesine bağlıdır.
O
halde çokluk, yurttaşına ceberut yüzünü gösteren
DEVLET “gereken” biçimde şefkatli yüzünü
ortaya çıkarmalı ve yurttaşlarına bu hakkı
vermekle kalmamalı, onun kullanım koşullarını
bireylerine teslim ederek kendi bekaası için doğru
olanı yapmalıdır.
Peki
bireyin özgür gelişimi, üretimi ve üretimini
ortaya koyma becerisini ortaya çıkaracak öncelikli
mekanizma ne? Elbette ki bu mekanizmanın bir
boyutunda EĞİTİM yer alırken diğer ucunda da
KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI bulunuyor. Eğitime
girmeden önce, kitle iletişim araçlarının
“demokratik yurttaş” bilinci üzerinde
giderek olumsuz hale gelen etkilerine bir parantez
açmak gerekiyor.
KİTLE
İLETİŞİM ARAÇLARI VE KÜLTÜR EROZYONU
Artık
MEDYA diye sunulan yazılı ve görsel iletişim
araçlarının, kamusal bir hizmet aracı olarak;
düşünceyi açıklama ve bilme hakkının kullanılması
yolunda temel bir işlevinin olduğunu hepimiz
biliyoruz. Ancak, genelde dünyada özelde de ülkemizde,
sivil toplumun hak ve taleplerine kulak verip aracılık
etmek bir yana, onu tekel-sermaye ilişkisi bağlamında
yönlendiren, yer yer onu tahrik eden fütursuzca
bir rolü üstlenmiş götürmekte olduğunu da
yine hepimiz biliyoruz. Bu doğrultuda Tv, gazete
ve dergilerde, bireyin özgür gelişimini
hedefleyen, onun sesi olan, temel insan haklarının
savunuculuğunu esas alan yayınlar yerine “halkımız
öyle istiyor!....” aldatmacısına yani RATİNG
kaygılarına teslim olup, şiddetin,
pornografinin, köşe dönücülüğün ve her türden
popülizmin körüklenmesi, öncelikle demokratik
bilinç arifesindeki çocuk ve gençlerin, yanı sıra
büyüklerin TEPKİ EROZYONUna uğratıldıklarının
somut göstergesi değil midir?
Öyle
bir kuşatmadır ki bu, çocuk ve gençlerin
sessiz izleyiciliğine, eğitimin ve eğitimcilerin
cılız çığlıkları karışmakta, meydan yine
onlara kalmaktadır.
Daha
geçenlerde, bırakınız daha çok hak ve özgürlük
talebini, reel yoksullaşmaya TEPKİ gösteren bir
esnafın yazar kasayla sembolize ettiği
demokratik başkaldırısını, gazete ve tv'lerde
işgal ettikleri köşelerinde “huzur bozucu”
davranış olarak niteleyip ahkam kesen medya yöneticilerinin
neye hizmet ettiklerini de sormak gerekiyor.
Bireyin
bu kuşatılmışlığı karşısında, esasen
“kumanda elinizde beğenmediğinizi zaplayınız”
demek gibi bir sivil inisiyatife davet çağrısının
da doğru bir yaklaşım olmadığını düşünüyorum.
Asıl mesele DEVLETİ asli görevine davet edip, eğitim
hakkının daha insanca düzenlenip organize
edilmesi için harekete geçmesini beklemektir.
Yani eğitim felsefesinin ve eğitim
organizasyonunun yeniden ele alınması zamanı
gelmiş ve geçmektedir. RTÜK YA DA kütük gibi
Devlet adına ahlak bekçiliğine soyunan denetim
mekanizmaları yerine, daha okul çağlarında
bireyin özdenetimini kazanıp harekete geçirecek
eğitim anlayışını eğitim kurumlarına yerleştirecek
düzenlemelerin yapılması gerektiği kanısındayım.
SİVİL
YURTTAŞ HEDEFİ VE OKULLAR
Yukarıda
saptanan “gerekenler” bağlamında okullardaki
eğitim ve öğretim müfredatının yeniden düzenlemesi,
“demokratik insan” tipinin dolayısıyla sivil
inisiyatife sahip bireyler yetiştirmenin olmazsa
olmaz koşuludur. Bunun yolunun ise sağlam bir İNSAN
HAKLARI EĞİTİMİNDEN geçtiği kanısındayım.
Bu doğrultudaki eğitim süreci ise daha okul öncesi
ve ilköğretim çağında gereklilik kazanmaktadır.
Bu dönemde amaç, çocuklara hoşgörülü olmayı,
“oyun oynamayı” kendisinin dışındaki
taleplere de saygılı olmayı, kendi tasarılarını
ve amaçlarını topluluk karşısında sınırlamayı
öğretmek olmalıdır. Bir başka deyişle KENDİNİ
MERKEZE KOYAN bir anlayışın öğretilmesi temel
hedef olmalıdır.
Zira,
çağdaş toplumlarda, kişiler arası ilişkiler
açısından varılmak istenen nokta, insan hakları
bilincinin şu amaçlar doğrultusunda
verilmesidir.
-
Kendine karşı saygılı olmak; bir
insan olarak, her şeyden önce kendi
gereksinmelerinin farkında olmak ve bunları karşılamaya
çalışmak.
-
Başkalarına saygılı olmak; başkalarının
gereksinmelerine saygılı olmak ve onların buna
ulaşma çabasında elden gelen kolaylığı sağlamak.
-
Saygı duyulan “başkaları”nın
kapsamını tüm insanlığı içine alacak kadar
genişletmek ve başkalarının hak ve özgürlüğünü
elden geldiği kadar korumak ve savunmak.
Böyle
bir yaklaşım insancıl eğitim özüne dönüktür.
İnsancıl anlayışla yönetilen okullarda; düşünen,
sorgulayan, irdeleyen ve senteze giden beyinler
yetiştirme hedefi müfredatın altyapısını oluşturur.
Bu yaklaşımda örenciler pasif değil aktif öğrenmeye,
bağımlılıktan çok bağımsızlığa, gelenekçilikten
çok yaratıcılığa, yarışmadan çok işbirliğine
teşvik edilirler. Bu tip okullarda takririn
yerini tartışma ve yaşayarak öğrenme almıştır.
Sınıftaki öğretimin yanında, öğrencilerin
kendilerini ve başkalarını tanımalarına, daha
geniş bir insan gurubu ile özdeşim kurmalarına
yardımcı olmak üzere, ders dışı etkinliklere
ve bireysel ya da grupsal psikolojik danışma
hizmetlerine önemli ölçüde yer verilir. Bu
sayede öğrencide, kendini ifade etme, dinleme,
karşıt görüş geliştirme, tartışma, uzlaşı
ve hoşgörü gibi kavramlar istendik hale dönüşür.
Böyle
bir eğitimde en önemli hedefin öğretmen olduğu
açıktır Öğrencileri için etkileyici bir
model olarak öğretmen, sadece alanında güçlü,
bilgili değil, aynı zamanda geniş görüşlü,
kendine güvenen ve hoşgörülü, başkalarına
sevgi ve saygı duyan kimse olmalıdır. Eğer öğretmen
bilgisinden emin değilse, öğrencilerin sorularından
ya da kendisininkinden farklı görüşlerinden
rahatsız olacak, bu nedenle derslerde tartışmalara
yer vermeyecektir. Böylece insan haklarına saygı,
özellikle düşündüğünü söyleme özgürlüğü
konusunda verdiği dersler etkili olmayacaktır.
İnsancıl eğitim, insancıl ilkeleri benimsemiş,
bunu davranışlarında yansıtan öğretmenlerle
gerçekleştirilebilir. Öğretmenleri, insancıl
tutumu benimsemiş kimseler olarak yetiştirebilmenin
yolu ise öğretmen yetiştiren kurumlarda bu
hedefin öncelikli kabul edilmesiyle olanaklıdır. |